31 Aralık 2012 Pazartesi

Evsiz milyoner donarak öldü

Hep sistemi ya da hükümeti eleştirecek değiliz ya, bu kez de 'sıradan' bir haber paylaşalım... Buyrun okuyunca "Kadere bak" diyeceğiniz bir haber...

Amerika'da 1900'lü yılların başında Montana senatörü olan ve o dönem 'madencilik kralı' olarak bilinen William Andrews Clark'ın kızı Huguette Clark 2011'de New York'ta bir hastanede 104 yaşında öldüğü zaman geriye 300 milyon dolarlık (537 milyon TL) bir servet bırakmıştı. Bu servetin 19 milyon dolarlık (34 milyon TL) kısmı ise Huguette Clark'ın uzaktan akrabası olan Timothy Henry Gray (60) adlı kişiye kalmıştı. Fakat avukatlar bir türlü Timothy Henry Gray'e ulaşamadı.


Amerika Wyoming'de çocuklar geçen perşembe günü bir köprünün altında ceset buldu. Aşırı soğuk nedeniyle donan adamın bir evsiz olduğu belirlendi. Evsizin adının da Timothy Henry Gray olduğu tespit edildi. Avukatların bir türlü yerini bulamadığı için 34 milyon liralık serveti teslim edemediği evsiz Timothy Henry Gray sokakta donarak hayatını kaybetmişti.

16 Aralık 2012 Pazar

Eurovision yalanı

Bu ülkenin geleneklerinden biriydi Eurovision. Her yıl elde kağıt kalemle televizyon karşısına geçilir, puan hesabı yapılırdı. Hüsranlar dönemiydi o zamanlar. 'Arkadaş' ile sıfır çektiğimiz, 'Petrol' ile hayal kırıklığına uğradığımız yıllardı. Eurovision heyecanı solarken Şebnem Paker ile heyecanımız geri gelmişti. 1997'deki üçüncülük, iyi müziğin 'komşu faktörü' olmadan da dereceye girebileceğini göstermiş, bizi yeniden umutlandırmıştı.

2002'de Eurovision'da oylama sistemi değişti. Artık o ülkedeki vatandaşların telefonla gönderdiği oylarla puanlama yapılıyordu. Tabii ki bu durum hemen her ülkeye yayılmış Türkler sayesinde bize yaramıştı. Nitekim 2003'te Sertab Erener ile birinciliği elde etmiş, tarih yazmıştık. Türkiye yeniden Eurovision'u keşfetmişti. Ardından ikincilikler, üçüncülükler, dördüncülükler elde etmeye başlamıştık. Gurbetçilerin oyları Türkiye'yi hep zirveye taşıyordu.

Elbette komşu komşunun puanına muhtaçtı. Yine Rumlar ile Yunanistan, İsveç'le Norveç gibi komşular birbirine puan dağıtıyordu. Bu durumdan çok şikayetçiydik. Ama bu şikayetimiz Azerbaycan ile12 puanı karşılıklı birbirimize vermemize engel olmuyordu!

Bu ikiyüzlü tutumumuza rağmen Eurovision'a katılmaya devam ediyorduk. 2011'de puanlama sistemi değişince işler de değişti. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi 'ana ülkeler' bu sistemde oy alamıyordu. Bunun üzerine seyirci oylarını yüzde 50'ye düşürdüler.

Puanlamanın değişmesiyle birlikte Türkiye 2011'de Yüksek Sadakat ile yarı finali geçemedi, 2012'de Can Bonomo ile 7. oldu. Bir anda düşüş yaşamıştık. Hemen bir suçlu bulunmalıydı! Aranan suçlu çabuk bulundu: Puanlama sisteminin değişmesi ve komşuya oy politikası!

Hemen rest çekildi ve "2013'te Eurovision'a katılmayacağız" denildi! Eurovision yönetimi de "Eyvah Türkiye gelmiyor" diye karalar bağladı (!)

Hatırlar mısınız geçen yıl kasedi satmayınca Teoman müziği bırakmıştı. (Bu açıklamadan sonra Teoman'ın konserlerinden oluşan albümün piyasaya çıkması ve çok satanlar arasına girmesi de manidardı!) Çok değil 1 yıl sonra da "Sizi çok özledim" diyerek geri döndüğünü açıklamıştı!

İşte Türkiye'nin Eurovision'dan çekilmesi tıpkı Teoman'ın müziği bırakması gibi 'fasulyeden'! 2013'e katılmazsak 2014'e katılacağız. Tabii bu işin görünen yüzü. "Komşu komşuya puan veriyor bu yüzden katılmıyoruz" açıklaması inandırıcılıktan uzak. Bu çekilmenin gerçek sebebini bulmak için hadi biraz Avrupa'ya bakalım.

Avrupa büyük bir ekonomik krizle yüz yüze. Yunanistan iflasın eşiğinde. Yunanistan'ın 'yavrusu' Rum Kesimi de ona keza. İspanya tarihinin en büyük işsizlik oranıyla boğuşuyor. Portekiz battı batacak. Euro 2012'den umduğunu bulamayan Polonya '5 cent'e muhtaç'. Belçika ekonomisi çöktü çökecek. İşte bu süreçte Portekiz ve Polonya ekonomik kriz nedeniyle Eurovision'a katılmayacağını açıkladı. Yunanistan ve Rum Kesimi de katılmamayı düşündüğünü bildirdi.

Oysa Türkiye öyle mi! Ekonomisi çok iyi giden Türkiye 2012'de % 4 büyüme bekliyordu. Konu komşuya hatta IMF'ye borç verecek hale gelmiştik. Nitekim Libya'da, Suriye'de muhaliflere çanta çanta para taşımıştık. Hem de Libya'da kuryeliği Dışişleri Bakanı yapmıştı.

Maalesef vitrinin arka yüzü ön tarafta gösterilene benzemiyor. Büyümede % 3'ü bulursak kendimizi şanslı sayacağız. Yıllık enflasyon seneler sonra ilk kez çift haneli rakamlara çıkarak % 13.3 oldu. Yine işçi, memur ay sonunu getiremiyor.

Bu durum ülke ekonomisinin bize gösterildiği kadar toz pembe olmadığını kanıtlıyor. İşte bu nedenle ekonomiyi toparlayabilmek için kesintilere ihtiyaç duyuldu. En zararsızı, kimseyi rahatsız etmeyecek olanı da Eurovision'du! Klasik efelenme tarzıyla "Katılmıyoruz" dedik mi iş bitecekti! Nasılsa peşinden "Eurovision zaten gereksiz" diyen bir güruh gelecekti! Konu kapatılmış, para cepte kalmış olacaktı!

Siz hala ülkenin ekonomik durumunu övmeye devam edin, maddi kriz en büyük eğlencelerimizden birini daha elimizden aldı bile! Hadi geçmiş olsun!

4 Aralık 2012 Salı

Bir okulları bile yok


Bu hikayemiz Aydın Nazilli’den. Tarımla geçinen Nazilli’de genç kızların çoğu tarlalarda çalışarak ailelerine yardımcı oluyor. Belki de ‘büyük adam’ olabilecek bu genç kızların eğitimleri tarlalarda son buluyor. İşte bu Nazilli’de kuruldu Doğa Kültür Bayan Beyzbol Takımı. Kuruluş amacı kızların tarlalardan alınması, ufuklarının açılmasıydı.

Beyzbol deyince insan önce bir oturup düşünüyor. ABD dışında pek popülaritesi olmayan, insanların Hollywood filmleri dışında hiçbir fikri olmadığı bir spor dalında takım kurmak herkesin cesaret edebileceği bir şey değil. Fakat beyzbol sanılanın aksine Türkiye’de giderek yayılan bir spor. Hatta federasyonu bile var. (http://www.tbsf.org.tr/incele.php?id=MTI2)

Neyse biz çok dağıldık, konumuza geri dönelim. Takımın kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Şenol Babacan’ın hayali kısa sürede gerçek oldu. Tarlada çalışan o kızlar artık ellerinde birer beyzbol sopası yeşil sahada antrenman yapıyordu. Hatta maddi imkansızlıklar nedeniyle antrenmanı beyzbol topu ile değil tenis topuyla yapıyorlardı. Beyzbol yaşları 10-14 arasında değişen bu kızların sevdası olmuştu.

Kendilerine ‘Su Perileri’ adını veren 45 kız ilk kez katıldıkları Türkiye Şampiyonası’nda ikinci olmayı başardı. 2 yıl öncesine kadar tarlada çalışan kızlar artık Türkiye ikincisiydi. Bu turnuva sayesinde kızlar ilk kez 5 yıldızlı otelleri, açık büfe kahvaltıları, büyük şehirleri gördü, ufukları açıldı. Hedefleri değişmişti. Artık iyi birer beyzbolcu olmak, ülkelerini temsil etmek istiyorlardı. (İşte o kızların hikayesi.)

Beyzbol ile genç kızların ufkunun açıldığı Nazilli'de bir de okumak istemesine rağmen eve mahkum olanlar vardı. İlçede down sendromlularının gidebileceği ortaokul ve lise yoktu. Bu nedenle ilkokulu bitiren down sendromlular adeta evde mahsur kalıyordu. İlçedeki 80 çocuk okumak isterken eve mahkum edilmişti.

Kızları tarladan kurtarıp ufuklarını açmak için beyzbol takımı kuran Nazilli down sendromlulara okulu çok görmüştü. Umarım Nazillililer beyzbol takımı için gösterdikleri azmi down sendromlular için de gösterip bir an önce okul yapar.