1 Mayıs 2015 Cuma

Nesilden nesile


Tek suçları emperyalizme karşı tam bağımsızlık mücadelesi vermeleriydi. Ellerinde kan izi olmamasına rağmen 43 yıl önce idam edildiler. 7'den 77'ye her yaştan, her kuşaktan insanın kahramanıydı onlar. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan...


'Üç fidan'ın teslim ettiği bayrak hiç yere düşmedi. Nesilden nesile aktarıldı. Ve yeni nesil onları dün 1 Mayıs kutlamalarına taşıdı. Başkent Ankara'da Sıhhiye Meydanı'nda düzenlenen eyleme katılan gençlerin elinde onların fotoğrafları vardı.


"En uzun koşuysa elbet/Türkiye’de de devrim/ O, onun en güzel yüz metresini koştu" demişti Can Yücel, Deniz Gezmiş için. Şiirin sonu ise artık sadece Deniz Gezmiş için değil, yeni nesil için de söylenebilir: "Aşk olsun size çocuk(lar)/Aşk olsun"...

2 Nisan 2015 Perşembe

En güzel şakam

Zaman ne çabuk geçiyor... Daha dün gibi seni ilk kucağıma alışım... Dün gibi Twitter'da attığım "Oğlum oldu ulan oğlum oldu" feryadım. Hayatımın en güzel şakasısın sen...

31 Mart 2014 gecesiydi. Annenin sancıları başladığında önce umursamamıştık. Çünkü sen önceden bizi sık sık kandırıyor, sık sık şaka yapıyordun. Saatler ilerledikçe sancıların sıklığı ve şiddeti artmaya başlamıştı. İşte o zaman başladım ben de annenin karnına eğilip "Lan bugün doğma. Yoksa büyüdüğünde herkes doğum günün olan 1 Nisan'da sana şaka yapmaya kalkar" demeye. Hatta seni "Bugün doğarsan adını 'Şaka' koyarım" diye tehdit ettim. Ama sen dinlemedin. Ne iyi ettin...

Gecenin bir yarısı gittik hastaneye. Anneni muayene edenler "Daha vakit var" diye eve yolladı bizi. Ama biz sabaha kadar nöbetteydik. Sancılar dinmiyordu. Israrcıydın artık bu dünyaya gelmeye. Sabah 6'da tekrar hastaneye gitmeye karar verdik. Bu kez doğumhaneye aldılar anneni. Tabii ben de arkasından...

Çok zorlamadın anneni. (Bu cümle göreceli. Bir de annene sormak lazım.) Saat 8 olduğunda "Ben geldim" çığlığını atmıştın bile. Kapkara ve asık bir suratla karşıladın bizi. Kaşlarını çatmış, "Benim burada ne işim var?" der gibi bakıyordun. O kaşların uzun süre çatık kaldı. Asık suratlı, asabi bir çocuk olmandan korkmaya başlamıştık. Ama tam tersine zamanla gülücükler saçmaya başladın. Her biri birbirinden güzel, her biri bizi mutluluktan deliye döndüren gülücükler... Gülmek sana çok yakışıyordu. Sen güldükçe biz de gülüyorduk.






Oğlum,

Bu satırlar bir aşk mektubudur. Hiçbir dil sana sevgimi anlatacak kelimelere sahip değil. Tombul kıvırcığım benim. Daha önce ablana söylemiştim, şimdi sana söylüyorum.

Hoşgeldin. Ne iyi ettin de geldin.

Ne iyi ettin de geldin.

Seni seviyorum.

Baban

16 Eylül 2014 Salı

Emniyetsizsiniz

15 Eylül gecesi yine gecenin bir yarısında yeni valiler kararnamesi yayınlandı. Birbirinden şaşırtıcı atamaların arasında özellikle bir tanesi dikkat çekiyordu. Hatay Valisi Celalettin Lekesiz, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanmıştı.

Peki hepimizin güvenliğinden sorumlu olan (eski) Vali Lekesiz kimdi?.. Şöyle bir hatırlayalım...
Hatay komşu ülke Suriye'ye en çok geçiş yapılan şehir. Bir de kayıt dışı geçişler eklenirse şehrin önemi daha da ortaya çıkıyor. Peki bu kadar önemli bir noktada sınır güvenliği ne durumda? Şöyle özetleyebiliriz: Yol geçen hanından hallice! Sınır güvenliği yok gibi. Neredeyse her isteyen Hatay'dan Suriye'ye geçip ideolojisine göre ÖSO, El Nusra ya da IŞİD'e katılabiliyor. Bu kişilerin Suriye'den Türkiye'ye geçişi de bir o kadar kolay oluyor.
3 hafta önce İngiliz gazeteleri bir haber yayınladı. Bu habere göre; Hatay'da sınır güvenliği sıfır. 10 dolar rüşvet veren istediği tarafa geçebiliyor. Ardından Türkiye'nin sınır güvenliğini artırdığı haberleri çıktı. Geçen hafta New York Times'ta yayınlanan bir haber ise sınır güvenliğini artırmanın geçiş rüşvetine zam getirmekten başka işe yaramadığını yazıyordu. Artık 10 değil 25 dolar veren sınırı geçebiliyordu!
Peki bu sınır geçişlerinin ülkemize getirisi ve götürüsü nedir? Getirisini bir türlü biz hesaplayamıyoruz. Ama 'büyüklerimizin' elbet bir bildiği vardır. Yoksa IŞİD'e 'terör örgütü' dememek için bu kadar özen gösterirler miydi! Veya Hatay'dan geçecek olan TIR'ların durdurulması bu kadar kıyamet koparır mıydı!
Peki ya sınırda güvenlik olmamasının ülkeye verdiği zarar nedir?
Başta akaryakıt olmak üzere yurda giren kaçak malların ülke ekonomisine verdiği zararı belirtmeye gerek yok!
Ayrıca bu durum ülkenin prestijini de olumsuz etkiliyor! Neredeyse tüm dünya "Sınırları kapat" uyarısında bulunurken 'büyüklerimiz' görmüyor, duymuyor, 'bilmiyor'!
Son olarak 52 can kaybıyla ülke tarihinin en büyük saldırısının Hatay'da sınırdan geçenlerin Reyhanlı'da patlattığı bomba olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Yani bu durum can güvenliğimizi tehlikeye sokuyor! Üstelik bu saldırının yeni emniyet müdürümüzün Hatay valiliği yaptığı dönemde olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Yani hepimizin emniyeti Hatay'da sınırı korumadığı için 52 kişinin ölümüne neden olan birinin elinde!
Peki bu kişi Emniyet Genel Müdürü olmayı hak edecek ne yaptı? Sınırdan geçişlere izin vermesinin ödülünü mü alıyor! Eğer öyleyse Türkiye, Suriye'de kimlere ve neden yardım ediyor!

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Bayramınız kutlu olsun

Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Sanki bize bugünleri anlatıyor. O zamandan bugünü görüp neler yapmamız gerektiğini açıklamış. "Ay resmen devrim" yazan "Kahrolsun bağzı şeyler" yazan, "Pokemon yasaklandığından beri bu kadar kızmamıştık" yazan bir nesil var bu ülkede. "Ey yükselen yeni nesil. Gelecek sizindir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Bayramınız kutlu olsun!

19 Mart 2014 Çarşamba

Bir kaçağın hikayesi

Bruce Walter Keith geçen perşembe (13 Mart 2014) ABD Florida'daki evinde 31 yıllık karısıyla vedalaşıp bir klima şirketindeki işine giderken gününün ne kadar kötü geçeceğine dair hiçbir fikri yoktu. Oysa geçmişi hemen arkasında onu izliyordu.
Ortaya çıkmak üzere olan şey yarattığı hayal dünyasının arkasına saklanan ve belki de kendisinin bile unuttuğu gerçekti. Gerçeği kendisi de unutmuş olmasa arkasından yaklaşan üç kişi kendisine James Robert Jones diye seslendiğinde dönüp "Kim?" diye yanıt verir miydi? Yaklaşık 40 yıllık sır sona ermek üzereydi.
Amerikan ordusunun tarihindeki en sinir bozucu rafa kalkmış dava işte böyle çözüldü. Apar topar yakalanarak bir arabaya bindirilen James Robert Jones 1977'de orduda görev yaptığı sırada bir arkadaşını öldürdüğü için aldığı 23 yıllık cezanın 3'üncü yılını çekerken Amerikan ordusunun Fort Leavenworth'taki yüksek güvenlikli hapishanesinden kaçan ve 37 yıl boyunca bir daha izi bulunamayan kişiydi.
Peki 37 yıl boyunca izi bulunamayan katil nasıl yakalanmıştı?
Amerikan ordusundaki 'hevesli' bir soruşturmacı rafta artık neredeyse tamamen sararmış olarak duran dosyayı Ocak'ta yeniden açmaya karar verdi. Jones'u tanıyanları sorgulayan soruşturmacı, katilin hep Florida'ya yerleşmeyi hayal ettiğini öğrendi. Ardından da Florida polisinden yardım istedi.
Bugün 59 yaşında olan Jones'un tutuklandığı zaman çekilen fotoğrafını alan polisler bu pozu eyalette 37 yıldır alınan tüm ehliyetlerle karşılaştırdı. Ve 1981'de Bruce Walter Keith adına alınan ehliyet aradıkları suçluyu bulduklarını müjdeliyordu.
Yakalanan katilin ilk sözü ise "Bir gün beni bulacağınızı biliyordum" oldu.
Bu duruma en çok şaşıran ise Jones'un 1983'te evlendiği 56 yaşındaki Susan Keith oldu. Eşinin geçmişi hakkında hiçbir şey bilmeyen Susan Keith yıllardır bir katilin kocası olduğunu öğrenince şok geçirdi.
Oysa Jones geçmişini çok iyi saklamıştı. Bırakın katil olduğunu gizlemeyi, kimse eski asker olduğunu bile bilmiyordu.
James Robert Jones 37 yıl önce kaçtığı Fort Leavenworth'e geri gönderilecek ve cezasının kalan 20 yılını çekecek.
Fort Leavenworth'ten bugüne kadar 11 mahkum kaçmayı başardı. Ama James Robert Jones dışında hepsi yakalanmıştı. Jones'un nasıl kaçtığı ise halen gizemini koruyor. Gece sayımında hücresinde olan Jones ertesi sabah ortadan kaybolmuştu. Jones nasıl kaçtığı konusunda ser veriyor, sır vermiyor. Belki de yine aynı yöntemi denemeyi planlıyor. Kim bilebilir?

17 Eylül 2013 Salı

Biber gazı yaşı kaça indi?

Hatırlar mısınız, Kütahya'da 14 yaş altı Türkiye Futbol Şampiyonası elemelerinde 7 Mayıs'ta oynanan İkitellispor-Bursa Yolspor maçında kavga çıkmıştı. Sahaya inen çevik kuvvet, 13 yaşındaki çocuklara cop ve biber gazıyla müdahale etmişti. Çocuklar hastanelik olmuştu.

İşte o gün ülkemizde biber gazı yaşının 13'e indiğini öğrenmiştik. Hani şu 'tamamen organik' biber gazının... Hani şu 'hiçbir zararı olmayan' biber gazının. Hani şu 3 Mayıs 2007'de İstanbul Taksim'de İbrahim Sevindik'in, 26 Haziran 2008'de Sivas Yıldızeli'nde Ömer Soyutek'in, 31 Mayıs 2011'de Artvin Hopa'da Metin Lokumcu'nun ve 27 Mayıs 2012'de Yalova'da Çayan Birben'in ölümüne yol açan biber gazının... (Not: Henüz otopsi raporu açıklanmadığı ve ölüm sebebi kesin olmadığı için Serdar Kadakal'ı bu listeye almadım.)

13 yaşındaki çocuklara acımadan biber gazı sıkan polisler bugün (17 Eylül 2013) biber gazı yaşını çok daha aşağı çekti...

Balıkesir'de Roman vatandaşların yaşadığı Gümüşçeşme mahallesinde 2 aile arasında kavga çıktı. Kavga büyüyünce 2 aile de evlerinden karşı tarafa pompalı tüfek ve silahla ateş etmeye başladı. Bunun üzerine özel harekat timleri ve çevik kuvvet hemen bölgeye gitti. Polisler aileleri çatışmayı bitirmeye ikna edemedi. Bunun üzerine 'muhteşem' bir çözüm buldular. İçeride kim var kim yok bakmadan, aldırmadan evlere biber gazı attılar.

Gazdan etkilenen sara hastası bir genç kriz geçirdi. Peki polisler ne yaptı? Yanıt veriyorum: Kriz geçiren hastayı kelepçeledi. Neyse ki bir süre sonra hatalarını fark edip kelepçeleri çıkardıktan sonra genci hastaneye gönderdiler.

İşte burada bu yazının ana konusuna geliyoruz. Evlerden birinde henüz daha 1 yaşında bile olmayan bir bebek vardı. Daha ciğerleri yeni gelişen bebek biber gazının etkisiyle şoka girdi...

Şimdi kendinizi o bebeğin annesinin yerine koyun... Ne düşünürsünüz? Ne yaparsınız?



Bu fotoğrafı DHA Balıkesir muhabiri Coşkun Yaman çekti... Polisin ne olacağını düşünmeden, hiçbir orantı gözetmeden biber gazı sıkmasının sonuncunda yaşananın fotoğrafı. Ülkemizde artık birkaç aylık bebeklere bile biber gazı sıkıldığının fotoğrafı...

#Polishuzurunteminatıdır diyenler vardı ya... Bu fotoğrafa baktıktan sonra da aynı şeyi söyleyebilirler mi acaba?

27 Ağustos 2013 Salı

Yeniden çevrim

Gişede iş yapan ya da zamanla kült haline gelen pek çok filmin başına aynı şey gelir. Bir yapımcı ve yönetmen çıkar ve filmi yeniden çekmeye karar verir. Bunun pek çok iyi örneği olduğu gibi zaman zaman felaket derecesinde kötü örneklere de rastlanır. Bunların içinde 'Titanic' gibi bol Oscarlı örnekler de vardır, 'Dünyanın Durduğu Gün' ya da Jessica Alba'nın 'Göz' filmi gibi kötüden de kötü ürünler de.

Yeniden çevrimlerin özelliği hikaye ve karakterler aynı tutulurken senaryonun değişmesidir. Buna en iyi örnek ise 'Evil Dead'dir. Sam Raimi'nin yönettiği 1981 yapımı film klasikler arasına girmişti. Fakat bu yıl (2013) gösterime giren yeniden çevrimi hikayedeki bütün esprileri çıkarıp klasiği sadece kan gölünden oluşan bir film haline getirmişti. Yönetmen Gus Van Sant, Hitchcok'un meşhur 'Sapık' filmini yeniden çevirirken ise neredeyse her sahneyi aynen tekrarlamıştır.

Şimdi "Bu kadar gereksiz bilgiye ne gerek var?" diyeceksiniz. Bir yeniden çevrimle karşı karşıyayız da ondan. Hani "Ben bu filmi seyretmiştim" denir ya, bu filmi hem seyrettik hem de seyretmedik. Aynı hikaye farklı bir versiyonla karşımızda. Kurgu ve oyuncular farklı. İsterseniz önce ilk filmi bir inceleyelim...

Hikayemiz 2003 yılında geçiyor. Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell çıkıp Irak'ta kimyasal silah olduğunu ve bu duruma müsaade etmeyeceklerini açıklar. Nitekim kısa sürede ABD, Irak'a operasyona başlar. Bu arada 1991 Körfez Savaşı'nda "Bir koyup 3 alacağız" diyerek topraklarını Amerikan askerine açıp savaştan en zararlı çıkan ülke olan Türkiye yine akıllanmayarak Amerikan askerinin Türk topraklarını kullanması için tezkere çıkarmaya çalışır. Neyse ki AKP hükümetinin acemilik dönemine gelen tezkere Meclis'ten döner de Türkiye'nin eli kana bulanmamış olur. Yıllarca süren savaş, 66 bini sivil 109 bin Iraklı'nın ölmesi ve Saddam'ın devrilip idam edilmesinden (bu arada milyonlarca varil petrolün ABD'nin eline geçnmesinden) sonra Amerika'nın 'kimyasal silah' dediğinin içi boş 2 kamyon olduğu ortaya çıkar.

Yeniden çevrim ise 2013'te geçiyor. Bu sefer senaryo biraz daha derin ve daha geniş çaplı. Ortadoğu'daki petrolün peşinde olan Amerika bu kez tek bir ülkeye değil tüm bölgeye müdahale etmeye karar verir. Tunus'ta başlayan ayaklanma bir anda 'Arap Baharı' adıyla tüm bölgeye yayılır. Tunus lideri ülkeden kaçar, Libya lideri öldürülür, Mısır lideri hapse atılır. Fakat planlar bir noktada bozulur. Mısır liderinin yerine 'atanan' adam istenen performansı vermez. Aynı tezgah yeniden düzenlenir ve bu kez yeni lider hapse atılıp eski lider serbest bırakılır. Fakar bu plana direnen bir isim vardır. Ülkesinde 2.5 yıldır iç savaş sürmesine rağmen ne gücünden bir şey kaybetmiştir ne de gideceğe benzemektedir.


İşte burada hikayenin yeniden çevrim olduğunu ortaya çıkaran olay yaşanır. Bir anda kimyasal silahlar ortaya çıkar. Başkent yakınlarında çoğu çocuk 1300 kişi kimyasal silahla öldürülür. Hem de Birleşmiş Milletler denetçilerinin ülkede olduğu sırada. Pek çok kişi aslında faili meçhul olan saldırının faili belliymiş gibi yapar. Yeniden savaş baltaları ortaya çıkar. Başta Amerika, arkasında yardakçıları saldırı planları hazırlamaya başlar. Türkiye'de ise yine tezkere talebi yaşanır...

Senaryonun sonu henüz yazılmadı, hikayenin nasıl biteceği henüz meçhul ama kurgu bu...

Bu arada, senaryo demişken buyrun size Financial Times gazetesinde KN Al-Sabah imzasıyla yayınlanmış bir yazı...


İran, Esad'ı destekliyor. Körfez ülkeleri Esad'a, Esad ise Müslüman Kardeşler'e karşı. Müslüman Kardeşler ve Obama, General Sisi karşıtı. Ama Körfez ülkeleri Sisi yanlısı, yani Müslüman Kardeşler'e karşılar. İran ise Hamas yanlısı ancak Hamas, Müslüman Kardeşler'i destekliyor. Obama da Müslüman Kardeşler'i desteklemesine rağmen Hamas, ABD karşıtı. Körfez ülkeleri Amerikan yanlısı. Ne var ki Türkiye, Esad'a karşı Körfez ülkelerinin yanında. Bununla birlikte Türkiye, General Sisi'ye karşı duran Müslüman Kardeşler'in yanında. General Sisi ise Körfez ülkeleri tarafından destekleniyor. Ortadoğu'ya hoşgeldiniz, iyi günler...

Bu senaryodan bırakın filmi 1476 bölümlük pembe dizi çıkar!